İman Hizmetinde İhlas ve Tesanüd

TESANÜD NEDİR?

Tesanüd lügatte karşılıklı yardımlaşma, birbirine istinad etme, dayanışma, birbirini destekleme gibi manalara gelmektedir. İnsanların maddi veya manevi noktada birbirlerine yardım etmeleri, birbirlerinin eksiklerini tamamlamaları, imdatlarına koşmaları, başarılı olabilmeleri, düşmanlara galip gelebilmeleri hep tesanüd mânasında dâhildir ve tesanüdle beraber gelen neticelerdir.

1-01

TESANÜDÜN EHEMMİYETİ

Tesanüd ictimai hayatın, hususen iman hizmetinin olmazsa olmazını teşkil etmesi bakımından son derece mühim ve elzemdir. İnsanlar ictimai hayatta ancak bir tesanüd ve dayanışma ile yaşayabilir ve gayelerine ulaşabilirler. Keza iman hizmeti ise ancak fertlerin tam bir tesanüd ve ittihadla birbiriyle irtibat kurmasıyla ve beraber olup, omuz omuza vermesiyle yapılabilir. Tesanüd o kadar mühimdir ki, Cenab-ı Hakk, tesanüdün zıttı olan çekişme ve niza etmeyi, Kuran-ı Kerimde açıkça kötülüğünden ve zararlı neticelerinden bahisle, tesanüde teşvik ve ittihada davet etmektedir. Şu ayet tesanüdün ehemmiyetini anlatması bakımından son derece açık ve nettir. Allah’a ve Resûlüne itâat edin; birbirinizle çe­kiş­meyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şübhesiz ki Allah, sabredenlerle berâberdir.Enfâl, 46. Demek ki insanı korkulardan emin eden ve Allahın yardımı ile gelen kuvveti kazandıran, Allah rızasını esas yapmaktan, birbirimizle ittihad ve tesanüd halinde olmaktan geçiyor.

organise-fish-solidarity-hi

İHLÂSIN TESANÜD VECHİ

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, ihlâs risalesinin başlarında, bu dünyada husûsen de iman hizmeti gibi ahiretle alakalı işlerde ihlâsın en mühim bir esas olduğunu zikretmektedir. İhlâs, yaptığı şeyi sadece ve sadece Allah için yapıp, karşılığını da ancak Allahtan beklemek ve yaptıklarında samimi olmak manalarına gelmektedir. İhlâs risalesine göre, ihlâsın yaşanabilmesi amellerin Allah rızası için yapılması, iman hizmetinde bulunanların birbirlerini tenkid etmemeleri ve zıtlaşmamaları, kuvvetlerini hakta ve ihlâsta bilmeleri, birbirlerinin meziyetleriyle iftihar etmeleri ve birbirlerini kendileri gibi düşünüp tam bir ittihad ve tesanüdle hareket etmeleri gibi bazı uygulamalarla mümkün olabilmektedir. Bu noktadan mevzuya bakıldığında ihlâsın Allah rızası boyutundan sonra en mühim meselesinin tesanüd olduğu ve ihlâsın tesanüd olmadan olamayacağı açıkça görünmektedir. Bir başka ifadeyle ihlâs, kişinin şahsi niyet ve düşüncesine bakan Rıza-i İlahi yönü ve umuma bakan tesanüd vecihleri olmak üzere iki temel üzerine oturur diyebiliriz.

Tesanüd ve teavünün daha iyi anlaşılabilmesi için İşârât-ül İ’câz eserinden bir parçayı aynen iktibas ediyoruz.

tas_kopru

Maddî ve manevî her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve tesiri vardır. Evet, in’ikas sırrıyla, üç şeyin hüsnü içtima ederse, beş olur. Beş içtima ederse, on olur. On içtima ederse, kırk olur. Çünki herşeyde bir nevi in’ikas ve bir nevi temessül vardır. Nasılki birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik iki-üç nükte veya iki-üç hüsn içtima ettikleri zaman pekçok nükteler, pekçok hüsünler tevellüd eder. Bu sırra binaendir ki, her hüsn sahibinin ve herbir sahib-i kemalin emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeğe meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef insanlar, teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa, taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar.”

İşârât- ül İ’caz S. 34-35

HİZMETTE TESANÜD NASIL OLUR?

İman hizmeti; Allah rızası için bir araya gelerek, Allahın rızası ve emirleri istikametinde hareket ederek islama ve insanların imanına hizmet edilmesidir. Burada ifade etmeden geçemeyeceğimiz birinci temel nokta elbette ki Allah rızası için iman hizmetinin yapılması ve kişilerin bu niyetle bir araya gelmesidir. Allah rızası dışında bir gaye için iman hizmeti yapmaya niyet etmiş kişilerde zaten ihlâsın temel esası olmadığı için, bu kişilerin birbirleriyle hakiki manada tesanüd etmeleri ve birlikte hareket etmeleri de kastedilen manada mümkün değildir.

İman hizmetinin istikametle ve muvaffakiyetle yapılabilmesi Allah rızası için bu işe girişmekle ve bu niyetle bir araya gelen fertlerin birbirleriyle ittihad ve tesanüd içersinde hareket etmeleriyle mümkün olabilir. Burada husûsen üzerinde duracağımız mevzu Allah rızası için iman hizmeti yapmaya karar vermiş ve bu niyetle bir araya gelmiş kişilerin birbirleriyle olan tesanüdü ve ittihadı mevzusudur. Zira her ne kadar niyet Allah rızası olsa da eğer bir sebeple tesanüd edilemiyor ve fertler arasında bir dayanışma olmuyorsa iman hizmeti önemli ölçüde yapılamıyor veya aksıyor demektir. Dolayısıyla tesanüd mevzuunun Allah rızasından sonra en çok titizlikle üzerinde durulması ve dikkat edilmesi gereken bir husus olduğu aşikârdır. Dolayısıyla iman hizmetinin en büyük düşmanı olan şeytan ve orduları, iman hizmetini yaptırmamak ve sekteye uğratmak için Rıza-i İlahi niyetini saptırmaya çalışmaktan sonra en büyük darbeyi hiç şüphesiz bu ittihad ve tesanüdü bozmaya veya bir sebeple tesisine engel olmaya çalışarak vurmak isteyecekleri açıktır. Böylelikle hizmet ehli insanların dayanışma ve ittihadı bozulacak, üzerlerindeki inayet ve kuvvet kalkacak ve şeytanlar ordusu galip gelecektir.

entry-to-mecca-arabic-english-scene-colour

Bu durumda iman hizmeti gönüllüleri iman hizmetinde muvaffak olabilmek için, her zaman ve anda Allah rızası esasına son derece riayetle birlikte, ittihad ve tesanüde de bir o kadar dikkat ve gayretle ehemmiyet vermeli ve bunlara zarar verecek şeylerden titizlikle kaçmalıdır. Bu ise aralarındaki tesanüd ve ittihadın tam ve kâmil manada tesis edilmesi ve devamı ile doğrudan alakalıdır. Mesele bu ittifak ve tesanüd-ü Allahü Tealânın istediği şekilde tesis etmek ve devam ettirebilmektir. Bu olunca zaten Allahın yardımı hemen yetişecek ve nice imkânsız gözüken işler kolaylıkla hallolacaktır.

Ruhların ittifakı ve mezcolması – imtizackarane ittihad

Allahü Teâlâ bizlere öyle bir ruh vermiştir ki, sayısız istidat ve kabiliyet bu ruhta dercedilmiş ve yerleştirilmiştir. Ruhumuz kendisine yerleştirilen istidatların inkişafı nisbetinde madde ve zaman ile sınırlanmayan, inbisat edip genişleyebilen ve diğer ruhlarla irtibat kurabilen latif bir varlıktır. Öyle ki kişiler ruhlarının yüksek ve ulviliği derecesine göre, arada mesafeler bile olsa birbirlerini hissedebilir ve birbirlerinin halleriyle hallenebilirler. Evladının başına bir şey geldiğinde annenin çok uzak mesafede bile olsa onu hissedip üzüldüğü veya darlandığı çoklukla vaki olmuştur. Yine çok sevdiğimiz bir kardeşimizin aklımıza gelip, biraz sonra telefon açması veya çıkıp gelmesi, bu hususu göstermesi bakımından çoklukla yaşadığımız hadiselere güzel bir misaldir. Bu, Cenab-ı Hakk’ın ruhumuza yerleştirdiği bir kanundur ve ruhlar birbirleriyle olan yakınlıkları ve irtibatları nisbetinde bunu yaşarlar.

İnsanın hayatında madde esas değil, mana ve ruh esastır. Hayatın devamı ruhun devamına bağlıdır. Öyle de insanlar arasındaki ittihad, tesanüd ve teavün de maddi sebeplere çokça bağlı değil, bilakis manevi ve ruhi sebeplere bağlıdır. Maddi sebepler bu ittifakın sadece küçük bir cüzünü teşkil ederler. Dolayısıyla insanları omuzdaş ve birbirine yardımcı yapmanın yolu, çoklukla aralarındaki manevi ve ruhi bağları tesis etmekle ve kuvvetlendirmekle mümkündür.

sunum-04

 İşte tesanüd mevzuunu bu esas itibariyle tekrar ele alırsak, aramızdaki tesanüd ve ittihadın  derecesinin, ruhlarımızın irtibatı ve birbirleriyle yakınlığı ile doğrudan irtibatlı olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Demek ki bizlerin iman hizmetinde muvaffakiyetimiz, ruhen ve kalben tam bir ittifak ve uyum, tam bir tesanüd ve dayanışma içersinde hareket etmemize bağlıdır.

hzustad3

Bediüzzaman Hazretleri ruhların tam bir birliktelik ve ittihad ile tesanüdünü, yine kendi ifadesiyle imtizackarane ittihadı şöyle ifade eder;

Uhuvvet için bir düsturu beyan edeceğim ki; o düsturu cidden nazara almalısınız. Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârane ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider.

وَلاَ تَنَازَعُوا فَتفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ  işaret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki; üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-i adedî ile içtima etse, yüzonbir kıymetinde olduğu gibi.. sizin gibi üç-dört hâdim-i hak, ayrı ayrı ve taksim-ül a’mal olmamak cihetiyle hareket etse, kuvvetleri üç-dört âdem kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefani sırrıyla hareket etseler; o dört âdem, dörtyüz âdem kuvvetinin kıymetindedirler.

Barla Lahikası; 79

2 ceset bir ruh olabilmek

Malum olduğu gibi insanda dış dünyayı ve cesedi hisseden ruhtur. Ruh çoğunlukla bulunduğu cesetle sınırlı kalmaz, himmeti ve gayreti nisbetinde inbisat ederek, genişler ve daha geniş daireleri ihata edebilir. Bazen de rüya âleminde diğer ruhlarla görüşür ve iletişim kurar. İşte böyle bir ruha sahip kimseler bir araya gelip aynı gaye ile birleştiklerinde, maddi imkân ve gücün çok ötesinde adeta sihirli bir iksir tesir edercesine yüksek ve ulvi bir kıymete ve kuvvete malik olurlar. Öyle ki birinin hissettiğini öteki de hisseder. Biri bir sıkıntıya düştüğünde diğeri ruhen ve kalben bundan haberdar olur ve onun imdadına koşar. Arada mesafeler bile olsa onlar bir arada gibidir. Böyleler adeta iki ceset bir ruh gibidirler. Bu hakikate işâreten Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ Lahikasında şöyle ifade eder.

“Birden ihtar edildi ki: “Gerçi Medreset‐üz Zehra’nın merkezi olan Isparta vilâyetinde maddeten bulunmak çok cihetle faideli, saadetlidir; fakat Nur’un mesleği ve Nurcuların meşrebi cihetiyle daima berabersiniz. Zaman ve mekân, perde olamazlar. Şarkta, garbda, şimalde, cenubda, dünyada, berzahta bulunsanız, manen bir mecliste beraber sayılırsınız. Onların manevî yardımları daima birbirine oluyor ve sana da gelir.” diye beni teskin etti.” Emirdağ Lahikası, 257

sunum-05

Yine İhlâs risalesinde yer alan benzer bir ifade mevzumuz cihetiyle çok dikkat çekicidir.

“Evet, üç elif ittihad etmezse, üç kıymeti var. Eğer sırr-ı adediyet ile ittihad etse, yüz (111) onbir kıymet alır. Dört kere dört ayrı ayrı olsa, onaltı kıymeti var. Eğer sırr-ı uhuvvet ve ittihad-ı maksad ve ittifak-ı vazife ile tevafuk edip bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, o vakit dörtbin dörtyüz kırkdört kuvvetinde ve kıymetinde olduğu gibi.. hakikî sırr-ı ihlâs ile, onaltı fedakâr Kardeşlerin kıymet ve kuvvet-i maneviyesi dört binden geçtiğine, pek çok vukuat-ı tarihiye şehadet ediyor. Bu sırrın sırrı şudur ki: Hakikî ve samimî bir ittifakta herbir ferd, sair Kardeşlerinin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid âdemin herbiri yirmi gözle bakıyor, on akıl ile düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi el ile çalışıyor bir tarzda manevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” Lemalar, 168

4elif-ittihad-etse

Demek oluyor ki, insan kendisine verilen bu ihsan sayesinde birken on, yüz, bin kıymet ve kuvvetini kazanabiliyor. Böylesine şiddetli ve amansız bir zamanda yaşayan ve iman hizmeti yapmak isteyen bizlerin, böyle zor şartlarda ve imkânsızlıklarda bu sırra ve kuvvete ne kadar muhtaç ve mecbur olduğumuz izahtan varestedir.

Vazifelerin Ruhen Paylaşılması – Senin Derdin Benim Derdim

Tesanüd ve ittihadın en mühim neticesi şüphesiz vazife ve yüklerin bir kişi yerine birden çok kişilerin ittihad ve tesanüd neticesiyle güçlenmiş olan kuvvetli omuzlarına yüklenmesidir. Buradaki iki temel noktadan birisi tesanüd neticesinde ferdlerin normalden çok daha kuvvetli hale gelmesi, diğeri ise yük ve vazife dağılımının en dengeli şekilde ferdlere taksim edilmesidir. Tesanüd neticesinde kuvvetin umulandan çok daha ziyade olduğu önceden izah edilmişti. Yük ve vazifelerin ferdlere dengeli dağılımı tesanüdün hem ciddi bir neticesi hem de olmazsa olmazıdır. Burada en mühim esas, ferdlerin tam olarak ruhen birbirinden haberdar ve irtibatlı olmasıdır.

bilesik_kap

Hakiki tesanüd ve ittihadı daha iyi anlayabilmek için bileşik kap misali verebiliriz. Şekilde de görüldüğü gibi bileşik kapların özelliği, farklı çap ve şekilde boruların alttan bir boru ile bağlanmasıdır. Böyle bir kaba doldurulan su, ne kadar farklı çap ve şekilde de olsa her boruda aynı seviyede dengelenir. Dahası borulardan birinden biraz su alınınca bu eksiklik hepsine birden yansır, aynı şekilde su ilave edilince hepsi birden yine dengeli şekilde ve aynı seviyede yükselir. Borulardan birine suda yüzen bir cisim bırakıldığında bu ağırlık hepsine birden dağılır ve hepsi birden bu ağırlığı dengeli şekilde kaldırmaya yardım eder. Eğer alttaki bağlantı kesilse o zaman her boru kendi başına kalır ve yan yana olmalarına rağmen aralarında bir yardım ve denge söz konusu olmaz..

Aynen böyle de iman hizmeti yapan, hakiki ve samimi bir ittifak ve tesanüd ile bir arada olan ferdlerin durumu da misaldeki borulara benzemektedir. Mizaç ve karakterleri, yetişkinlik ve imkanları ne kadar farklı olsa da, birine gelen bir meziyet veya güzellik diğerlerine de tesir eder, böylece eksik olanlar gıptakârane bakmak veya çekememek şöyle dursun, memnunane bu meziyetten istifade ederler. Birine yüklenen ağır ve yorucu bir iş veya vazifeyi tesanüd sırrıyla diğerleri de haberdar olup hisseder, en dengeli şekilde sahiplenir ve yardım ederler.. Böylece toplam kuvvet ve kıymet herkesin ortak alanında olur ve zerre kadar bir dengesizlik ve tesanüdsüzlük ortaya çıkmaz. Zaten böyle ferdler, bir kardeşleri zor durumda iken ona yardım etmeden asla rahat edemezler ve duramazlar. Onların rahatı hepsinin birden ve dengeli şekilde o yükü kaldırmalarıyla mümkün olabilir. Böyle ferdlerde “ene (ben)” yok, “nahnü (biz)” vardır. Şu hadis-i şerif bu noktayı gayet manidar bir şekilde ifade etmektedir. “Sizden birisi kendi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz”

employee strength
employee strength

Diğer yandan eğer bu ferdler tesanüd ve ittihad sırrı ile birleşmezse aynı yerde bile olsalar birisinin zor ve sıkıntılı bir durumu diğerleri tarafından fark edilemez, birbirlerine hakiki manada yardım edemez ve neticede iman hizmetinde muvaffak olamazlar. Yardım etseler bile hakikaten seve seve ve gönülden değil de sırf yardım etmiş olmak için yardım ederler. Bu ise bahsettiğimiz hakikate açıkça zıttır. Şeytan onların bu irtibatsız halinden istifade ederek onları oyunlarına kolay av yapabilir.  Neticede ne Allahın yardımı, ne de muvaffakiyet hâsıl olabilir.

Tefani Düsturu – Birbirinde Fani Olmak Ve Hıllet Meşrebi

Tesanüd ve ittihadın pratikte en güzel tatbiki yine ihlas risalesinde geçen tefani düsturu ile mümkün olabilmektedir. Tefani, birbirinde fani olmak, yani kendi hissiyât-ı nefsaniyesini unutup, kardeşinin meziyyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır. Yani kardeşini Allah için öyle sevmeli ve ona öyle muhabbet duymalı ki, onun iyiliğini her zaman düşünmeli ve onunla devamlı irtibat halinde olmalı. Dualarında ona her zaman yer vermeli. Onun en samimi kardeşi olmalı. Zaten Risale-i nurun mesleği haliliye (Samimi dostluk ve kardeşlik), meşrebi ise hıllet (Samimi ve cân-ı gönülden olan dostluk)’tir. Hillet ise üstadın ifadesiyle, “en yakın dost, en fedakar arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert (cömert) kardeş olmak” gerektir. “Bu hılletin üss-ül esası samimi ihlastır.” Yani bu konuda zerre kadar bir yapmacıklık veya gösteriş olmamalı ve olamaz. “Samimi ihlası kıran adem bu hılletin en yüksek kulesinin başından sükut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var. Ortada tutunacak yer bulamaz.” Demek oluyor ki, samimiyetini kaybeden birisi Allah korusun, bütün bu meziyet ve kıymeti kaybetmekle birlikte gayet aşağı ve zararlı bir seviyeye gerilemiş olur.

Birbirimizin en yakın dostu muyuz? Birbirimize ne kadar dua ediyor ve kuvvet veriyoruz? Hakikaten gönülden bir dostluk ve muhabbet sahibi miyiz? Ruhlarımız ve kalplerimiz ne kadar irtibatlı ve birbirine yakın? Birimizdeki bir güzellikten ne kadar memnun oluyor ve seviniyoruz? Birbirimize ne ölçüde fedakârlık yapabiliyoruz? Birbirimizi ne kadar ve samimane takdir ediyor ve destekliyoruz? Birimizin bir sıkıntısı bizlerde ne kadar çabuk anlaşılıyor ve çare üretiliyor? Birbirimize ne kadar sinirlenmeyip sabrediyoruz? Birbirimizle ne kadar sıklıkta ve samimiyette dertleşip sıkıntılarımızı paylaşıyoruz? Tüm bu soruların cevabı aramızdaki tesanüd ve uhuvvetin mertebesini ortaya koyuyor. Eğer bunlara umumen müspet yönde cevap verebiliyorsak ne mutlu bizlere. Ama birkaçına veya tamamına menfi yönde cevap veriyorsak, tesanüd mevzuunda ciddi eksiğimizin olduğu muhakkak.

Esas-ı Uhuvvet ve Kalbî Birlik

İhlas risalesinde önemle anlatılan bir husus ta tesanüdü temin eden mühim bir amil olan, araya mesafe koymamak ve samimi davranmak meselesidir. Bu hususu şu cümleler net olarak ifade eder. “Zâten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlâd, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır.”, “Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makamât geniştir. Gıbtakârane müzahameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur; hizmetini tekmil eder.”

sunum2-06

Hizmet eden ferdlerin zerre kadar da olsa aralarında bir soğukluk, resmiyet ve suni bir mesafe koyma durumu bu uhuvveti ve samimiyeti ciddi manada zedelemesi dolayısıyla tesanüd ve ittihadı bozmakta veya zarara uğratmaktadır. Dolayısıyla böyle ferdler hiçbir zaman hakiki olarak ittihad edememekte ve tam bir samimiyet kesbedememektedirler. İnsan fıtratına ters olan ve insanı müthiş yoran bu suni davranma ve araya mesafe koymanın ne kadar zararlı olduğu herkes tarafından tecrübeyle bilinen bir gerçektir. Böyle bir durumda, kişi sürekli kendisini hata yapmamaya ve dikkatli olamaya mecbur hissetmekte, cümlelerini cımbızla seçmekte, kendisini ruhen ciddi bir ağırlık altında ezilmiş gibi hissetmektedir. Ters bir durum ve bir tartışma halinde derhal sinirlenmekte ve savunma mekanizmasını harekete geçirerek kendisinin haklı olduğunu ispat etmeye çalışmaktadır. Böyle bir hal ise açıkça göründüğü gibi tesanüd ve uhuvvetin esasına ters düşmektedir. Bu durumda ihlâs risalesinde bahsedilen hakiki ve samimi ittifak olmamakta ve tesanüdle gelen kalbî birlik oluşmamaktadır. Bir buz parçası olan şahsiyetini ve enaniyetini kardeşlerinin gönül havuzuna atamamakta ve tatlı büyük bir havuzu kazanamamaktadır. Kalpler bir olmayınca da işler hiçbir zaman istenilen şekilde yoluna girmemekte ve muvaffakiyet hâsıl olmamaktadır. Büyüklere ve ulul emre, hürmet etmek ve saygı duymak bahsimizden hariçtir.

Bu tam samimi ve hiçbir suniliği olmayan kardeşliği anlamak için herkes en yakın arkadaşı veya annesiyle olan samimiyetine bakabilir. Yanına geldiğimizde hiçbir kaygı veya endişe taşımadığımız, tamamen doğal davrandığımız ve içimizi rahatlıkla döktüğümüz birileri mutlaka bizim de çevremizde vardır. İşte bu halin aynen hizmet eden ferdler arasında da olması gerekmektedir. Böylece Allah rızası için iman hizmeti yapmaya niyet etmiş kişiler İnşaallah hakiki manada ittihad edecek ve tesanüd sırrıyla çok büyük kuvvet ve kıymetlere malik olacaklardır.

BİR ARAYA GELEN FERDLERDE TESANÜDÜN TESİSİ

Tesanüd, birden fazla kişinin ittihadı ve dayanışması ile olabilmesi bakımından, kişilerin bir araya gelip tanışmalarıyla birlikte geciktirilmeden tesis edilmesi gereken bir husustur. Burada en mühim nokta daha önce de zikredildiği gibi kişilerin hedef birliği ve Rıza-i İlahi niyetidir. İlk önce bu altyapı temin edilmeli ve daha sonra da en kısa zamanda ve devam eden zaman zarfında tesanüd ve ittihad tesis edilmelidir. Hedef birliği ve Rıza-i ilahi esası ne kadar tam ve kâmil olursa tesanüd de o kadar sağlam olacaktır. Tesanüdün temini aşamasında öncelikle ferdlerin birbirlerini tanımaları ve şahsi hareket yerine birlikte hareketi kendilerine bir hayat düsturu yapmaları en mühim esası oluşturmaktadır. Bunun için sık sık ikili veya umumi olarak ferdlerin muhabbet etmesi, konuşması çok mühimdir. Zira insanlar konuşa konuşa anlaşırlar. Zaten toplum olarak en büyük sıkıntılarımızdan birisi konuşmamak ve iç âlemimizi birbirimize açmamaktır. İnsanlar konuşmazlarsa iç âlemlerinde nefisler ve şeytanlar konuşur. Konuşulmadığı için birçok iş veya sıkıntı, su-i zanlar, yanlış anlamalar veya hakkında bilgi sahibi olmama dolayısıyla çıkmaza girer ve aksar. Şu hadiseyi bu vesile ile zikredelim.

Enes’den (Radıyallahu Anh) yapılan rivayette: “Peygamber Sal­lallahu Aleyhi ve Sellem’in yanında bir adam vardı. Sonra bir adam uğ­rayıp:

— Yâ Resülellah! Ben bu adamı seviyorum, dedi. Peygamber Sallalla­hu Aleyhi ve Sellem ona dedi ki:

— Sevdiğini ona bildirdin mi? Adam: hayır, dedi. Peygamber (s.a.v):

—  Ona bildir, dedi. Bunun üzerine adama kavuşup şöyle dedi:

—  Ben, Allah için seni seviyorum O da şöyle cevab verdi:

—  Beni kim için sevmişsen, o seni sevsin.”

2-01

Birbirimizi sevdiğimizi, sıkıntılarımızı, mutluluğumuza vesile olan güzel hadiseleri, muvaffakiyetli veya neticesi zarar olan olaylarımızı, işlerimizi, yaptığımız hataları ve ibretlik hatıralarımızı korkmadan ve ölçü içerisinde paylaşalım ve kardeşlerimize söyleyelim. Böylelikle o kardeşlerimiz “mümin müminin aynasıdır” hadisi ile ifade edilen aynayı bizim hayat ve gönül aynamızda bulsunlar. Bu vesile ile incinmeden ve gücenmeden varsa yanlışları bizim aynamızda fark edip ıslahına çalışsınlar. Biz de benzer şekilde onların aynasında kendimizi görmüş olalım.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, risale-i nurun çok yerlerinde hayatında vaki olan hadiseleri, hatta kendi ifadesiyle yediği şefkat tokatlarını bile öyle samimi bir üslup ve sunilik içermeden anlatır ki, böyle bir üslup karşısında Risale-i nuru okuyanlar zerre kadar gücenmez. Aksine Üstad Hazretleri’nin hayatında kendi hayatlarını ve yanlışlarını görür ve fark ederler. İşte bize örnek bir tavır. Cenab-ı Hak bizleri ihlâs-ı etemmeye muvaffak eylesin ve iman hizmetinde hakiki tesanüd ehli olanlardan eylesin. Âmin.

Yâ Rabbi Risale-i Nur talebelerini ve bütün ehl-i imanı iki cihanda aziz ve mesud eyle, hüsn-ü hatimeye mazhar eyle, şüheda mertebesine vasıl eyle, hizmet-i imaniye hizmet-i kuraniye’de muvaffakiyet, muhabbet, ittifak, tesanüd, mazhar-ı inayet, mazhar-ı lütf ihsan eyle, hem ihlâs-ı etemme ile birlikte azami cesaret ve gayret, azami sabr ve metanet ihsan eyle… Âmin.

Bir cevap yazın