Kanaat kelimesi lügatte yeterli bulmak, daha fazlasını aramamak gibi manalara gelmektedir. İman hizmetlerinde kanaat denince de, yapılan hizmetin sırf Rıza-i İlahi için olduğunu tam olarak hissedip başka bir çıkar veya gaye için yapılmadığı noktasında emin olmak, yani o hizmet için şüphelerden uzak olma hali ile insanların o hizmet hakkında kanaat etmeleri gibi manalar kastedilmektedir.
Günümüzde insanları Allah’a ulaştırma gayesiyle çalışan pek çok tarikat ve hizmet vardır. Her biri ayrı ayrı meşrep ve tarzlarda İslama ve Kurana hizmet etmek ve İslamı yeryüzüne hakim kılmak niyetiyle faaliyet göstermektedir. Bir tarikat veya hizmetten istifade ederek veya tâbi olarak islamı yaşamaya çalışan insanlar ile hiçbir hizmete veya tarikate bağlanmayarak ve istifade etmeyerek yaşayan insanlar karşılaştırıldığında maalesef toplumsal büyük çoğunluğun ikinci kısımda olduğu müşahede edilir. Yani insanlığın ekser çoğunluğu henüz daha bir hizmet veya cemaat ile irtibatlı değildir. Bu kişiler ya islamdan bihaber yaşamakta yahut kendince dinini yaşamaya çalışmaktadırlar. Bununla beraber Allahü Taalanın rızasının ve yardımının cemaatte ve birleşmekte olduğu hakikati ile bu tablo değerlendirilirse durumun vehameti daha da net anlaşılmaktadır. Cemaat ve hizmetlerle irtibatlı olan insanlar ise kendilerince büyük oranda o hizmet ve meşrebe kanaat etmişler, o yolun en doğru ve en güzel, Rızai-i İlahiye en uygun yol olduğundan emin olup o yolda yürümeye devam edegelmişlerdir.
Peki insanların çoğunluğu neden bir hizmetle irtibatlı değildir ve istifade etmemektedir? Yahut ahirzaman şartları ve günümüz insanının maddi manevi durumu ekseninde cemaatlaer ve hizmetler ne kadar bu kanaati verebilmişlerdir? Bu hususta ölçü olması bakımından Bediüzzaman Hazretlerinin İslamın genel geçer bir hükmünü izahı, emirdağı lahikası eserinde bir mektupta şöyle geçmektedir. “şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi’ olmayan ve her gâyenin fevkinde (üzerinde) olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş (karışıklık) dünyasında, imanı kurtaracak ve muannidlere (imansızlıkta inad edenler) kat’î (kesin) kanaat verecek bir tarzda; yani hiç bir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’ân dersi vermek lâzımdır ki; küfr-i mutlakı (hiçbir imani hakikati kabul etmeme) ve mütemerrid (kibirli ve inatçı) ve inadçı dalaleti (haktan sapmayı) kırsın, herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat da bu zamanda, bu şeraid dâhilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve manevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir.”
İşte yukardaki sorulara verilecek cevaplar bu ölçü çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. İnsanların ekser çoğunluğu maalesef gördükleri iman hizmetlerine kanaat edememekte ve başıboş yaşamaya devam etmektedirler. Çünkü tabiidir ki insanlar “acaba beni siyasi olarak mı kullanacaklar?, benden maddi bir çıkar mı bekleyecekler?, ben onlara tabi olunca bu onlar için özel bişey mi ifade edecek?, onlar bir kısım dünyevi veya siyasi makamları mı ele geçirmeye çalışıyorlar?, onlar bir holding veya maddi güç merkezi mi? gibi sorularla şüphe içindedirler ve bu hususta tam emin olmak istemektedirler. Yine aynı mektubun devamında “Yoksa komitecilik ve cem’iyetçilikten tevellüd eden (ortaya çıkan) dehşetli dinsizlik şahsiyet-i maneviyesine karşı çıkan bir şahıs en büyük manevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri (şüphe ve soruları) bütün bütün izale edemez (gideremez). Çünki imana girmek isteyen muannidin (imansızlıkta inat edenin) nefsi ve enesi (benliği) diyebilir ki: “O şahıs dehasıyla, hârika makamıyla bizi kandırdı.” Böyle der ve içinde şübhesi kalır.” İfadesiyle de dikkati şahıs eksenli hizmetten hakikat eksenli hizmete çekmekte ve bu hususta da kanaatin ancak böyle hasıl olabileceğini vurgulamaktadır.
Yani bir hizmet, merkezindeki bir şahsın üstünlüğü ve harikuladeliği öne çıkarak ve insanlara daha çok bu husus gösterilerek islamı yaymaya ve insanları hakka davet etmeye çalışıyorsa, bu durumda yukarda bahsi geçtiği gibi çoğu şüpheci ve araştırmacı insanda varolan bir kısım şüpheler giderilemeyecek, maalesef kanaat hasıl olmayacaktır. Böyle olunca da istifade ya hiç olmayacak ya da asgari kalacaktır.
İşte bu sebepten ötürü Bediüzzaman Hazretleri iman hizmetinde kendisini geri çekmiş, İman hakikatlerini öne sürmüş ve istifadeye sunmuştur. Şahsını ziyaret gelenlere de Risale-i Nur tefsirinden istifade etmelerinin daha hayırlı olacağını söylemiş ve nazarları hakikatlere sevketmiştir. Ayrıca iman hizmetini şahsının maddi veya manevi kemalatına (olgunluğuna) basamak yapmaktan da son derece geri durmuştur. Neticede konuşan yalnız hakikattir ve kendi ifadesiyle “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikat-ı imaniyedir.”
Demek oluyor ki iman hizmeti yaparken insanlara verilecek kanaat herşeyden daha mühim ve önemli bir meseledir. Hatta o kadar ki tamamen dine düşman olan bir insan bile o hizmeti incelediğinde “evet bu hizmetin ve bu insanların Allah rızasından başka bir ve gayesi niyetleri yok” diyebilmelidir. Aksi takdirde insanlar bir kısım şüphe ve vesveselerden dolayı Kurani hizmetlere uzak duracaklar ve istifadesiz kalmaya devam edeceklerdir.
İman hizmetinde kanaat mevzuunda bir diğer hususta marjinalliktir. Marjinal, azınlık, genele hitap etmeyen, kıyıda köşede kalmış, toplumu kucaklamayan manalarına gelen, genelde doğru olmasada sayıca çok olan toplulukların sayıca az olanlar için sıkça kullandıkları bir kelimedir. Acaba sayıca az olmak gerçekten marjinallik midir, yada kemiyyeten fazla olmak bir topluluğu marjinallikten kurtarabilir mi? işte bu sorunun cevabı yine yukarda izah edilen kanaat mevzuundadır. Yani bir hizmet insanların tümüne ne kadar bu kanaati verebilmişse o kadar marjinallikten uzak, aksine ne kadar hakkındaki kanaati şüpheler ve vesveselerle zedelenmişse o kadar marjinaldir. Bu bağlamda bir hizmeti marjinal olarak küçümseyen ve değerlendiren insanlar herşeyden önce kendi hizmetlerine bakmalı ve insanlara bu kanaati ne kadar verebildiklerini kontrol etmeli, haklarında insanların akıllarından geçen soru ve şüpheleri ne kadar giderebildiklerini değerlendirmelidirler. “medeni insanlara galebe etmek ikna ile olur” ölçüsü gereği, gerek kendi tâbilerinin gerekse diğer insanların kendileri hakkında ne kadar emin ve kanaat sahibi olduklarını değerlendirmeli, ondan sonra başka hizmetler hakkında konuşmalıdırlar. İslamiyetin değişmez bir düsturunun sayıca çokluk değil kalite esası olduğunu bilmeli ve ona göre değerlendirme yapmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki, insanlara tam kanaat veren ve asla hakikatinden taviz vermeyen bir iman hizmetinin etbâları eninde sonunda sayıca çokluğa da ulaşacaklar, hatta tüm insanlığa kamil manada hakiki iman hizmetini ulaştıracaklardır. Diğer taraftan zahiren marjinallikten uzak olup kanaat noktasında tamamen marjinal olanlar ise eninde sonunda insanların şüphe ve vesveselerinde boğulacak ve akim kalacaklardır. Cenab-ı Erhamürrahiminden niyaz ediyoruz ki bizleri ihlası tamme muvaffak eylesin ve hizmetinde daim kılsın. Amin.